1960’lı yıllarda ülke gündemine ‘Devrim’le giren ‘yerli otomobil’ hayali ve arzusu yarım asır sonra yeniden canlandı. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık, daha önce, hazırlıklarından bahsettiği otomobilin kamuflajlı prototiplerini kamuoyuna tanıttı. Hemen ardından tepkisel, destekleyici ve maalesef ‘alaya’ alınacak yorumları işittik.
Dünya siyasetinde sözü geçen ülkeleri gözümüzün önüne getirelim… Bunların ekonomik büyüklüklerini de yanına koyalım… Her ikisini topladığımızda ‘söz’ün yolunun ekonomiden, onun da temelinin yüksek katma değerli ürün ve markalardan geçtiğini görürüz.
Bu, öyle bir durum ki; özellikle otomotivde ortaya çıkan markalar, ülkelerine sağladıklarıyla, diğer sektörleri gölgede bırakıyorlar. Bir nevi o ülkelerin ‘yüzü’ oluyorlar.
Uluslararası Otomotiv Sanayicileri Birliği’nin (OICA) son dönem istatistiklerine baktığımızda, dünya otomobil üretiminde tablo şöyle oluşuyor: Çin, ABD, Japonya, Almanya, Güney Kore. (2015 Q2 Production Statistics)
Basketboldaki tabiriyle; bu ‘ilk beş’in pota altı çok güçlü ve sağlam. Ribaund da iyiler. Üçlük yüzdeleri yüksek… Oyun kurucuları deneyimli… Bu gücün kaynağı ise ‘fikir birlikteliği’.
Bütün olan bitenin yanında, ülkemiz de bu yarışa girmek ve Türk markasını imza atmak istiyor.
‘Kamuflaj’la birlikte ortaya çıkan görüşler, hemen geçmiş tecrübeleri masaya koyuverdi. İşin üzücü tarafı, milli bir perspektifle ele alınması gereken ‘yerli otomobil’ için eleştiri boyutunu ve maksadını aşan tepkilere tanıklık ettik. Daha yeni doğmuş bir mesele adeta ‘boğulmaya’ kalkışıldı.
Geçmişe döndüğümüzde Devrim Otomobili için de benzer süreçler sahneye konulmuştu. Bakın neler yaşanmış:
“(…) Verilen termin 29 Ekim 1961, yani tanınan süre 4.5 aydı. Bu süre içinde bu çapta bir geliştirme çalışması yapılabilir miydi? Bırakınız geliştirmeyi, hiçten yola çıkarak, çalışabilecek bir otomobil yapılabilir, böyle bir mucize gerçekleştirilebilir miydi? Toplantıda söz alanların çoğu böyle bir projede seve seve çalışmaya hazır olduklarını, fakat böylesine kısa bir sürede sonuç alınabileceğini sanmadıklarını dile getirmeye çalışmış, bir kısmı da “hayır“ demişlerdi.
Tüm ülkede ise üniversitesinden, basınına, bir avuç sanayicisinden, politikacısına, sesini duyurabilen herkes Türkiye’de ne otomobil, ne de motor yapılabileceğine inanıyor, özel sohbetlerde, röportajlarda, hatta film gösterili konferanslarda bu görüş vurgulanıyordu.
Fakat bu inanılmaz şey gerçekleşiyor ve 29 Ekim 1961 sabahı Türkiye’de yapılan bir otomobil, kaportası pürüzsüz olmasa da, kendi tekerlekleri üzerinde ve yine Türkiye’de yapılan kendi motorunun gücüyle Büyük Millet Meclisi binasının önüne götürülerek Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel Paşa’ya sunulabiliyor, bir ikincisi Paşa’yı Anıtkabir’e götürüyor, sonra da Hipodrom’daki geçit resmine katılıyordu.” (www.devrimarabasi.com)
Cumhuriyetimizin 92. yılını idrak ediyoruz. Türkiye bir yolda; önünde 2023 hedefleri kapı gibi duruyor. Bu hedefler, sadece konuşmakla gerçekleşemez. Artık ‘başlama’ zorunluluğu var. Çok geç kalınsa da bir noktadan yola çıkmak şart.
Sayın Fikri Işık’ın, "Yerli otomobil çalışmasını kimsenin boğmasına izin vermeyeceğiz. En büyük desteğimiz siz halkımız ve siz destek verdikten sonra inanıyoruz ki Türkiye'nin bu noktada çok güçlü bir markası olacak.” sözleriyle verdiği mesajı çok önemsiyorum.
Her fikir önemlidir ve değerlidir. Bu açıdan bakıldığında; ‘kendi otomobilimiz’ için harekete geçilmesi isabetli olmuştur. Ancak hedefi doğru belirlemek ve stratejileri güçlü bir şekilde geliştirmek gerekiyor.
Aksi takdirde; yalnız otomobil değil her alanda daha çok ‘Devrim’ boğulur, kaybolur, gider. Hayranı (!) olduğumuz yabancı markaların direksiyonunda, uzunca bir süre daha gaza basmaya devam ederiz.
Unutmayalım, kendi otomobilini üretenler de başlangıçta aynı durumdaydı.
Bu bir adımdır; Türkiye yeni ‘Devrim’lerini yapabilmeli… Hem de acilen…
“Başarı yolunda sürat, isteğin şiddeti kadardır.”
Dale Carnegie
OSTİM GAZETESİNİ OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ
twitter.com/KorhanGumustkn