Üretim, sanayileşme, gelişmişlik düzeyi, bağımsızlık… Saydığım kavramları bu köşede çoğunlukla dile getiriyoruz. Aslında OSTİM’in de hiç bıkmadan, yorulmadan anlatmaya çalıştığı gibi; kendimize ait olmayan hiçbir şeyle bir yere varamıyoruz. Bir an geliyor; ya uçağı uçuramıyorsunuz, ya tankınız yarı yolda kalıyor, ya da tekstil makineniz için uzunca bir süre parça bekliyorsunuz… Bunlar şaka değil, geri kalmış veya gelişmekte olan tüm ülkelerin başına geliyor…
Türkiye, Cumhuriyet dönemiyle birlikte stratejik olarak ne yapması gerektiğini kestirmiş, tesisler kurmuş, milli bilinç anlayışıyla o dönemin şartlarında ‘bizim sanayimiz’ için gayret göstermişti. Fabrika kuran fabrikalar, bu fabrikalara finansal güç verecek bankalar, bunu satın alacak devlet gibi zincir oluşmuştu. Yaklaşık 15-20 yıl süren bu süreç, girişimcilik destanı yazan, her adımında engellerle karşılaşan, yılmayan kahramanların da olduğu dönemlerdir. İsimleriyle büyüyen, adeta efsaneleşen işlerin mimarlarıydı onlar… ‘Biz size’ veririz diyenin karşısına ‘biz yaparız’la dikildiler. Maalesef kuruluş felsefesindeki sanayi atılımları, yerini ‘temin etme’ yani üretmeme koridoruna hapsedildi. Aradan zaman geçti, 1960’lı yılların başıyla yeniden diriltilmeye çalışıldı; ‘bizim fabrikalarımız’
Prangayı kırmayı denedik
1970’lerde Ağır Sanayi Hamlesi olarak adlandırılan hareketin ‘SAN’larla temsil edilen şirketleri hafızalardaki tazeliğini koruyor. Hatta birçoğu, bugünün büyük işletmelerine fikri altyapıyı oluşturan, entelektüel sermaye birikimini hızlandıran nitelikteydi.
Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın (o günkü adıyla) yatırımları anlattığı çalışmada; hamlenin hedefi, altı kalın çizgilerle çizilmesi gereken şu ifadelerle tanımlanıyor: “(…) Milletimizin, yeniden yeryüzünün en güçlü ülkesi olması hususundaki atılımında önümüzdeki yıllarda yapılabileceğinin azamisini yapma hareketidir. Milli geliri hızla artırma hareketidir, yıllardan beri üstü üste birikerek gelen ana meselelerimizi çözme, halletme hareketidir, milli, güçlü, süratli yaygın kalkınmayı gerçekleştirme hareketidir; teknolojiyi kazanmak hareketidir ve milletimizin sanayileşmede, bu sahada kullanılan bir tabirle ifade etmek gerekirse take-off’unu yapma hamlesidir.”
Çok net yazılmış. Demek ki birileri bizi durdurmuş, ayağımıza pranga takmış; take-off yani uçağı havalandırmak için süratli davranmamız gerekiyormuş… Mesele bu kadar ciddi… Şimdi de aynı güç odaklarına karşı mücadele içindeyiz; kırılacak çok pranga var.
Uzak Doğu’nun milli duruşu
İstanbul Ticaret Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Yülek, son yıllarda sanayi politikaları, kamu satın alma politikalarının teknolojik gelişme üzerindeki etkileri, bilim, sanayi ve yenilikçilik politikaları üzerinde araştırmalarıyla tanınan, ülkemizin yetiştirdiği değerli bilim insanlarından. Daha önce gerçekleştirdiğimiz röportajda, özellikle kamu alımlarında dünyanın ve bizim nerede durduğumuzu tüm gerçekliğiyle okuyucularımıza anlatmıştı.
Sayın Yülek, TÜBİTAK 3001 Programı kapsamında ekibiyle hazırladığı ‘Seçilmiş Ülkelerde Sanayi, Bilim ve Teknoloji Politikaları Tecrübeleri Projesi’nin sonuçlarını OSTİM’de paylaştı. Kore ve Japonya örnekleri üzerine çok değerli bilgilerin yer aldığı, itinayla hazırlanan projenin sunumunda; kamu satınalma politikaları, ABD’nin kurtuluş savaşınının ekonomik nedenleri, İngiltere gibi ülkelerin tarihten günümüze ticaret stratejileri; ‘imalat sanayi’, ‘sanayileşmek’, ‘müteşebbis’, ‘üretim’ başlıklarıyla bağlantılı şekilde aktarıldı.
Japonya ve Kore’nin sıçrama tahtası olarak kullandıkları poltikaları, markaları ve sıkı skıya bağlı oldukları ‘milli duruş’ dikkat çekici ve ibret verici nitelikte. Ağır sanayiyi, makine yapmayı mantalite olarak niteleyen Murat Yülek, Kore’nin bu mantaliteye sahip agresif bir ülke kimliğine sahip olduğunu ifade ediyor.
Sayfalarımızda ilgili haberi bulacaksınız; ancak buraya bazı satırları aktararak yazıyı tamamlamak istiyorum: “Orta gelir tuzağını aşmak için yapabileceğiniz şey; sanayi politikaları. Sanayi politikası ne demektir? Veya sanayileşmiş olmayı nasıl tanımlayabiliriz? Tarla, otel kadar fabrika görüyorsak, bu ülke sanayileşmiş diyebiliriz. Sanayileşmenin en önemli göstergesi fabrikadır.
Sanayiciyle birlikte bir grup aktör var. Bunlara ‘Sanayi Katmanı’ adını verebiliriz. Eğer böyle bir katman oluştuysa bir ülkede, o zaman kamunun uygulayacağı sanayi politikaları karşılığını bulup, çok hızlı bir şekilde sanayileşme gerçekleşebiliyor. Bu katman yoksa, siz dünyanın en büyük paralarını koysanız, en büyük desteklerini verseniz yine sanayileşme olmuyor. Almanya’nın, Japonya’nın, ABD’nin sanayileşmesi böyle oldu. ABD, dünyanın en korumacı ekonomisidir. Korkunç derecede korumacı bir ekonomi olarak sanayileşmiştir.”
“Bir noktadan sonra vazgeçmek olanaksızdır.
Erişilmesi gereken nokta da orasıdır.”
Franz Kafka